“Başkalarını eleştirmek yerine, başkalarının eleştireceği bir şeyler yaratmak daha iyidir.” Ricky Gervais
Eleştirmek… Tüketmek… Eleştirmek, yaratmaktan daha kolay. Üstelik, eleştirmenin riski de yok; yaratıcıların omuzlarına yüklenen sorumluluk yükünden uzakta, rahat bir koltuktan fikir beyan etmeye dayanır. Geçenlerde bir kafede otururken yan masada iki kişinin hararetle bir reklam filmi hakkında konuştuğunu duydum. Birinin cümlesi hâlâ kulaklarımda: “Kim böyle saçma bir şey yapar ki? O kadar para harcamışlar, ortaya çıkan şey tam bir fiyasko.” Diğeri de hemen onayladı, üstelik daha da ileri giderek yaratıcı ekibi küçümseyen bir şeyler söyledi. Ama fark ettim ki ne önerdikleri bir alternatif vardı ne de yaratıcı süreç hakkında bir fikirleri... Sadece tüketici koltuğundan izliyorlardı. Düşündüm, acaba o reklamın arkasındaki ekip sabahlara kadar çalışıp kaç tane fikir üretmişti, kaç kez deneme-yanılma yaşamıştı? Bu tür bir eleştiri ne kadar kolaydı; peki ya yaratıcı olmak?
Günümüzde, sosyal medya platformları ve dijital ortamlar sayesinde her birey birer “yorumcu” haline geldi. Bir eser, bir fikir ya da bir davranış bir anda yüzlerce, hatta binlerce kişinin eleştiri oklarının hedefi olabiliyor. Üstelik bu eleştirilerin birçoğu, yapıcı olmaktan uzak, salt olumsuzluk ve hatta yıkıcılık içeriyor. Ancak bu eleştirilerin kaç tanesi, kendi başına anlamlı bir değer üretme çabasıyla eşdeğer? Bir şeyler yaratmak cesaret ister, çünkü yarattığınız her şey sizi çıplak bırakır. Bir fikri, bir yazıyı, bir eseri dünyaya sunduğunuzda, onunla birlikte siz de savunmasız hale gelirsiniz. İnsanların o güçlü ve güvensiz parmaklarıyla gösterip “Bunu beğenmedim” deme ihtimaline karşı bir zırhınız yoktur. Ama asıl ironi, eleştirenlerin çoğunun, o eleştirdikleri şeyi yaratmayı akıllarından bile geçirmemiş olmalarıdır.
Eleştiri dediğimiz şeyin derin bir psikolojik motivasyonu vardır. Eleştiren, kendini bir süreliğine “yaratıcıdan üstün” hisseder. “Ben onun yaptığı hatayı görüyorsam, demek ki ondan daha iyiyim” der içten içe. Ama bu sadece bir yanılsamadır. Eleştirmek kolaydır, çünkü hata aramak, kusur bulmak için özel bir yetenek gerekmez. Oysa yaratmak, hata yapmayı göze almayı gerektirir. Buna en iyi örneklerden biri, Vincent van Gogh’un hayatıdır. Van Gogh'un bugün “başyapıt" olarak görülen eserleri, yaşadığı dönemde eleştirenler tarafından alay konusu edilmiş, küçümsenmiş hatta beceriksizlikle suçlanmıştı. İnsanlar onun renk seçimlerini, tekniklerini eleştirip duruyor; oysa kimse onun geçtiği yaratıcı sancıları veya dünyaya getirdiği eşsiz perspektifi anlamaya çalışmıyordu. Van Gogh, yaratmayı seçti ve bunun bedelini yalnızlıkla ödedi. Ama bugün eleştirmenlerin adını bile kimse hatırlamıyor, değil mi? Ya da Wright Kardeşler’in ilk uçuşunu düşünün. İnsanlar, onların uçma hayalini yıllarca alaya aldı. Çevresindekiler, “Havada bir makine mi? Bu imkânsız!” diyerek hem kendilerini güvende hissettiler hem de yaratıcı bir fikri küçümseyerek üstün olduklarını varsaydılar. Ancak Wright Kardeşler, düşme riskini göze alarak ilk uçaklarını inşa etti. Bugün milyonlarca insan onların cesareti sayesinde gökyüzünde seyahat ediyor. O günlerde eleştirenler mi hatırlanıyor, yoksa o uçuşu gerçekleştirenler mi?
Kendi alanında bir şeyler yaratma riskini alan herkes bilir ki eleştiri kaçınılmazdır. Ama işte tam da burada, hayatın en büyük sırrı saklıdır: Yaratıcı olmak, risk almak demektir. Ve risk, varoluşun anlamını hissetmenin belki de tek yoludur.
Yaratıcılık yalnızca sanatçılara özgü bir mesele değildir. Bir öğretmen sınıfında yaratıcı olabilir; bir tamirci elindeki işi bambaşka bir gözle yapabilir. Bir anne, çocuğuna hayal kurmayı öğreterek yaratabilir. Ama eleştiri, bu geniş üretim alanını sürekli daraltır. Çünkü eleştirinin bir kafesi vardır ve o kafes ne kadar güzel görünürse görünsün, özgürlüğün düşmanıdır.
Peki bu kafesin dışında yaşamak neye benzer? Yaratıcılık, eleştirinin aksine, kontrolsüzdür. Bir dalga gibi gelir, sizi alır ve belki de tanımadığınız bir kıyıya vurur. Ama orası, eleştirenlerin asla varamayacağı bir yerdir. Çünkü orada yalnızca cesur olanlar vardır. Yalnızca savunmasız kalmayı göze alanlar.
Tercihlerimiz bize aslında basit bir seçim sunar: Enerjimizi nerede harcamak istiyoruz? Eleştirenlerden mi olacağız, yoksa eleştirilenlerden mi? Kendine bir eser bırakan mı, yoksa o eseri parçalarına ayıran mı? Öyle bir eser ki, kusurlarıyla birlikte dünyayı değiştirebilir.
Sonunda hepimiz bir gün o soru ile baş başa kalacağız: "Yaratmak için neyi göze aldım?" Öyle ya, tarih boyunca hatırlananlar yalnızca yaratanlar oldu. Eleştirenlerin isimlerini kimse bilmez. Çünkü kafesin içindekiler, ne kadar bağırırlarsa bağırsınlar, özgür bir kuşun kanat çırpışını asla susturamazlar.