İnançlarımız Dış Dünyamızı Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
İnsanın hikayesi, inancın hikayesidir.
Taş devrinde mağarasına dönen avcı da, gökyüzüne roket gönderen bilim insanı da aynı görünmez kuvvetle hareket etmiştir: İnanç. Çünkü inanç, insan zihninin görünmez imzasıdır. O olmadan adım atılmaz; o varken imkansız gibi görünen yollar açılır.
Ama kritik soru şudur: İnanç bizi özgürleştirir mi, zincire mi vurur? Büyütür mü, küçültür mü? İşte insanlığın kaderini belirleyen düğüm tam burada saklıdır.
Bugün bu yazıda, inancın hem bireysel, hem toplumsal, hem de tarihsel düzlemde nasıl bir motor gücü olduğuna; ama aynı zamanda yanlış yönlendirildiğinde nasıl yıkıcı bir silaha dönüştüğüne bakacağız. Ve şu soruya cevap arayacağız: “İnançlarımız dış dünyamızı değiştirmeyi gerçekten başarabilir mi?”
Çoğumuz inancı sadece dini bağlamda düşünürüz. Oysa inanç bundan çok daha geniştir: Bir gencin sınava hazırlanırken gösterdiği sabır, bir çiftçinin kurak toprağa attığı tohum, bir girişimcinin bütün varını ortaya koyarak risk alması… Bunların hepsi, görünmez bir sermaye olan inancın ürünüdür.
Bilim de bunu doğruluyor. Plasebo etkisi: Şeker hapını ilaç sanan hasta, beynindeki kimyasal süreçler sayesinde iyileşmeye başlıyor. Yani beden bile inançtan talimat alıyor.
Albert Bandura’nın öz-yeterlik teorisi de aynı şeyi söylüyor: İnsan yapabileceğine inandığında gerçekten daha fazla çaba gösteriyor. Başarı çoğu zaman yetenekten önce inançla başlıyor.
Ve son araştırmalar: Nöroplastisite. İnsan beyni, inanç doğrultusunda kendini yeniden yapılandırabiliyor. “Ben değişebilirim” diyen birinin beyninde yeni sinir ağları kuruluyor. Demek ki inanç, biyolojik bir devrim başlatıyor.
İnanç, soyut bir hayal değil; zihnimizin görünmeyen motorudur.
Tarih bize defalarca gösterdi: Bir milletin kaderini belirleyen şey sadece silah, maden, teknoloji değildir. Onları ayağa kaldıran, görünmez bir kudrettir: İnanç.
Japonya, 1945’te atom bombalarıyla yerle bir oldu. Ama bir toplumsal inanç vardı: “Biz yeniden ayağa kalkacağız.” Yirmi yıl içinde dünyanın en büyük ekonomilerinden biri oldular.
Almanya, iki büyük savaşın enkazından küllerinden doğdu. Onları ayağa kaldıran Marshall yardımı değil, üretme inancıydı.
Kurtuluş Savaşı, açlıkla, yoklukla, silahsızlıkla verildi. Ama bir inanç vardı: “Bağımsız yaşayacağız.” O inanç, Anadolu köylerinden yükselen ateşi dünya sahnesine taşıdı.
Daha az bilinen örnek: Güney Kore. 1960’larda yoksulluktan kırılan bir ülkeydi. Dünyanın en fakirlerinden biriydi. Ama ulusal inanç “Eğitimle yükseleceğiz” oldu. Bugün teknoloji devi.
Petrol tükenir, altın biter, silah paslanır. Ama inanç yenilenebilir bir enerji kaynağıdır.
Bugün Türkiye’de gençlerle konuşun. Çoğu işsizlikten, sınav sisteminden, ekonomik sıkıntılardan bahseder. Ama bu sorunların kökünde daha tehlikeli bir mesele var: Geleceğe dair inançsızlık.
Bir genç “gelecek yok” dediğinde, bu cümle işsizlikten daha yıkıcıdır. Çünkü geleceğe inanmayan insan bugünü de yaşanmaz hale getirir. Umut bittiğinde hareket de biter.
Sosyolojik araştırmalar, gençlerin büyük bölümünün geleceğe dair umut taşımadığını gösteriyor. Bu sadece bireysel değil, toplumsal bir travmadır. İnancını kaybeden toplum, önce zihninde çöker.
Mesele sadece inanmak değildir. Mesele doğruya inanmaktır.
Kör inanç: Fanatizm, komplo teorileri, sahte kurtarıcılar… Kolaydır çünkü sorgulamayı gerektirmez. Ama sonunda yıkıma götürür.
Bilinçli inanç: Vicdanla sınanmış, akılla yoğrulmuş, hakikatle beslenmiş inançtır. İnsanları özgürleştirir, büyütür.
Bugün sosyal medyada dolaşan sahte başarı hikayeleri, yanlış ideolojiler, kitleleri kolayca manipüle ediyor. Kör inanç, uyuşturur. Bilinçli inanç, uyandırır.
İnanç çoğu zaman cesaretle yürür. Cesaretsiz inanç temennidir; inançsız cesaret kör bir gözü karalıktır.
Bir girişimci, tüm sermayesini ortaya koyarken aslında görünmeyen bir geleceğe inanır.
Bir sanatçı eserini ortaya koyarken, anlaşılmamayı göze alır.
Bir anne-baba, çocuğunu büyütürken sabrı inançtan alır.
İnanç cesareti doğurur. Cesaret de değişimi mümkün kılar. Dünyayı değiştirenler, bu ikisini aynı potada eritebilenlerdir.
Ekonomi, aslında psikolojidir. Yatırım güvenle başlar. Güven ise geleceğe dair inançtır. İnsanlar yarının daha iyi olacağına inandığında tüketir, risk alır, üretir.
İnanç kaybolduğunda piyasa donar, toplum çöker, siyaset boşlukta kalır. Bugün Türkiye’nin en büyük krizlerinden biri ekonomik değil, psikolojik: gençlerin geleceğe güven duymaması.
Pozitif psikoloji bize gösteriyor ki: İnanç, sadece metafizik bir duygu değil; zihinsel, hatta biyolojik bir dönüşüm aracıdır.
“Ben değişebilirim” diyen birinin beyninde yeni sinir ağları oluşuyor.
“Ben yapamam” diyeninki ise daha başlamadan mağlup oluyor.
İşte bu yüzden, inanç görünmez ama belirleyici farktır. Kimi insanlar yenilmeden önce kendine yenilir. Kimi insanlar ise küçük fırsatları büyük başarılara çevirir.
Toplumun gençlere vereceği en büyük hediye iş ya da diploma değil; geleceğe inanabilecekleri bir iklimdir.
Bu iklim, adaletle, liyakatle, şeffaflıkla kurulur. Geleceğe inanabilen genç, girişim yapar, risk alır, üretir.
Ama “ben zaten kaybedeceğim” duygusuyla yaşayan genç, daha konuşmaya başlamadan kaybeder. Oysa “ben bu işi hak ediyorum” diyebilen gencin sesi, bedeni, gözleri değişir.
İnançlarımız davranışlarımızı şekillendirir. Davranışlarımız çevremizi değiştirir. Çevremiz de inançlarımızı pekiştirir ya da zayıflatır.
Eylemsiz inanç hayal kırıklığına dönüşür. İnançsız eylem ise boş bir çabadır. Gerçek değişim, inanç ve eylemin buluştuğu noktada doğar.
Bugün çağımızın en büyük ihtiyacı teknoloji, siyaset, ekonomi kadar; hatta onlardan da çok, doğru inançtır.
Çünkü para tükenir, makam düşer, şöhret solar. Ama bilinçli bir inanç, insanı yeniden ayağa kaldırır.
O halde kendimize şu soruları sormalıyız:
Biz neye inanıyoruz?
Bu inanç bizi büyütüyor mu, küçültüyor mu?
Özgürleştiriyor mu, esir ediyor mu?
Eğer inancımız yanlış bir geleceğe sürüklüyorsa, bırakmanın vakti gelmiştir. Eğer hakikate taşıyorsa, büyütmenin.
Dünya, inançlarını doğru seçebilenlerin omuzlarında yükselir.
Ve dünyayı değiştirmek isteyenin ilk yapacağı şey, önce kendi zihnini değiştirmektir.
Bugün inanmazsak, yarın hiçbir teknoloji, hiçbir siyaset, hiçbir ekonomi bizi kurtaramaz.



