Kul Hakkı Meselesi: Kim Daha Müslüman?
Almanya’ya geleli altı ay oldu. Valizin tozunu henüz silmişken, burada işler nasıl yürüyor, yavaş yavaş anlamaya başladım. Ama geçenlerde yaşadığım bir olay sadece bana bir şey öğretmekle kalmadı; beni içten içe susturdu. Çünkü mesele bir araba değildi. Mesele, vicdanın hangi dilde konuştuğu, karakterin hangi inançla yoğrulduğuydu.
İlk arabamı alacaktım. Türkiye’de hiçbir zaman imkanım olmadı buna. Yirmi beş yaşındayım, dört yıldır terapistim. Almanya’da altı ayda çalışarak birikim yapabildim. Heyecanla ilanlara baktım. Burada da bizimkine benzeyen bir “sarı site” var. Ararken kulağıma takılan ilk uyarı şu oldu: “Türk’ten ya da Arap’tan alma, sorun çıkar.” İncitici ama buradaki bazı Türklerin bile söylediği bir şey bu. Sebep belli: Güven sorunu. Dürüstlüğün istisna haline gelmesi.
Sonra bir ilana denk geldim. Sahibi bir Alman. İlana bakıyorum, her detay yazılmış: En küçük çizikler, alt takımda pas, camdaki minnacık çatlak bile. Arabanın neredeyse röntgeni çekilmiş. Şaşkınım. Çünkü bizde ayıbını gizlemek maharet sayılır. “Satan bilir, alan baksın” zihniyeti hakimdir. Ama bu adam neredeyse “Bak alma” diyordu.
Aradım, kırık Almancamla anlattım niyetimi. “İlk arabam olacak” dedim. Sordu: “Evli misin?” “Evet, yeni evliyim” dedim. Sonra durdu ve şöyle dedi:
“Bu araba sana sorun çıkarır. Ben bu arabayı sana satamam.”
Ne fiyat yükseltmeye çalıştı, ne pazarlık etti. Araba gerçekten problemliydi ve bunu saklamadı. Sadece kendi çıkarını düşünmedi. Çünkü o, cebime değil, hayatıma dokunmak istedi. Karşısındaki genç bir insanın yükünü artırmayı reddetti.
Ve ben o an içimden sordum:
Bu adam mı daha Müslüman, yoksa mahallenin cuma çıkışı herkese selam verip akşamına başkasının emeğini çalan “Ahmet Abisi" mi?
Bizim coğrafyada kul hakkı çok büyük bir günah olarak anlatılır. Fakat uygulamada, “herkes yapıyor” bahanesiyle normalize edilmiştir. Oysa kul hakkı, yargının değil, vicdanın alanıdır. Ve vicdan, sadece dine değil, insana da aittir.
Victor Hugo’nun dediği gibi: “Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.”
Bazı toplumlarda bu mülk, çokça dillendirilir ama az yaşanır. Çünkü oralarda doğruluk gösteriyle, dürüstlükse lafla takas edilmiştir.
Zaman zaman Japonya’dan haberler düşer: Tren makinisti birkaç dakika geç kaldığı için halktan özür diler. Çünkü orada zaman, başkasının hakkı sayılır. İsveç’te bir iş yeri sahibi, müşterisinin düşürdüğü cüzdanı yıllar sonra bile sahibine ulaştırmaya çalışır. Çünkü orada ahlak, zamana yenik düşmez.
Danimarka’da adalet, şeffaflık ve liyakat işler. Devletle vatandaş arasında güven bağı güçlüdür. Tüm bu düzen, herhangi bir dini iddiaya yaslanmadan yürür. Ama ironik bir şekilde, Kur’an’da geçen “adaletle hükmetmek”, “emaneti ehline vermek”, “kul hakkına riayet etmek” gibi ilkeleri hatırlatıyor insana. Elbette Danimarka İslam devleti değil. Fakat bizim inandığımız değerlere dair güçlü bir ayna sunuyor.
Demek ki mesele inanç değil; irade, disiplin ve karakter. Dinin varlığı değil, pratiğe dönüşme oranı belirleyici.
Bizde ise adalet ayrıcalığa, sorumluluk bahaneye, ahlak vitrine dönüşmüş durumda. Küçük bir çıkar, büyük bir erdemi boğabiliyor.
Konfüçyüs der ki: “Küçük bir doğruluk, büyük bir inancı doğurur.”
Ama biz büyük inançlarımızı, küçük doğruluklarla değil; büyük gösterilerle süslemeye çalışıyoruz.
O Alman, bana arabayı satmadı. Çünkü dürüstlük onun karakterinde yer etmişti. Çünkü o, inancını değil; insanlığını yaşatıyordu. Çünkü insan olmak, sadece neye inandığınla değil, nasıl davrandığınla ölçülür.
Ve şimdi sana soruyorum:
Son kez sana, senin zararına da olsa, gerçeği söyleyen kimdi?
Son kez, senin iyiliğini senin yerine düşünen kim oldu?
Eğer içini rahatlatacak bir cevap veremiyorsan…
Belki de bu yazı linçlik değil, düşünmeliktir.
Çünkü mesele araba değil. Mesele karakter, ahlak ve samimiyet.
Ve belki de mesele, bizim olmayanların, bizim iddiamız olan değerleri bizden daha çok yaşaması…
Bir Japon atasözüyle bitireyim:
“Doğruyu yaparken seni izleyen olmasa da, yanlış yaptığında herkesin seni göreceğini unutma.”
Belki de mesele, bizi kimin izlediği değil…
Bizim kim olduğumuz.