olaygazetecilik @ hotmail.com

Hayatın her acıyı “öğretmen” diye pazarladığı o büyük yanılgıyı fark ettiğim gün, zihnimde bir duvar yıkıldı. İnsan çoğu zaman başına geleni kutsayarak kendini avutmaya eğilimlidir. Oysa gerçek serttir: Her acı öğretmez. Bazısı bedeldir, bazısı uyarı, bazısı da sadece zayıf halkayı görünür kılar.
Asıl soru bundan sonra başlar:
Bu acının içinden kim olarak çıkacaksın?
Acı kendiliğinden dönüştürmez. Hayatın otomatik bir terbiye sistemi yoktur. Aynı darbe birini güçlendirip diğerini çökertiyorsa, belirleyici olan acı değil, insanın iç mimarisidir. Yani mesele yaşanan değil; yaşanana verilen karşılıktır.
Bazısı gölge arar, bazısı gölgesini yönetir. Bazısı yerinde kalır, bazısı uyandığı anda yön değiştirir.
Dönüşüm, acının yönünü senin belirlediğin anda başlar.
İnsan acıyla yüzleştiğinde “savaş ya da kaç”tan söz edilir; oysa üçüncü bir hal daha vardır ve en tehlikeli olan odur: donmak. Dışarıdan hayatta ama içeriden yavaşça sönmek. Çoğu insanın “idare ediyorum” dediği dönem aslında görünmez bir çöküş halidir. Bu, ruhun pas tutma sürecidir.
Bu noktada yapılacak ilk şey netliktir. Netlik, hem güçtür hem yön. Kaosu yutmak yerine kaosu çözebilme kapasitesi insanı ayakta tutar. Çünkü acılar aynı değildir; kimisi seni uyarır, kimisi değiştirir, kimisi koparılmaya çağırır, kimisi yeniden inşa eder.
Acıyı okuyamayan esir olur; acıyı çözebilen hakim.
İkinci aşama, verdiğin tepkinin kalitesidir.
Her acı seni üç kapının önüne getirir:
Dağılmak.
Katılaşmak.
Dönüşmek.
Dağılmak içten çöküştür.
Katılaşmak dışarıdan sert görünsen de en küçük darbede kırılmandır.
Dönüşmek ise acının taşıdığı ham enerjiyi yönlendirebilmektir.
Gerçek güç tam burada doğar.
Üçüncü aşama acıyı kullanmaktır.
Acı bir yük değil; yön verilmemiş bir potansiyeldir. Onu sırtında taşıyan ezilir; yönünü belirleyen yükselir. İnsanlar tam burada ikiye ayrılır:
Acısının rehinesi olanlar ve acısını sermayeye dönüştürenler.
Acı seni öldürmez; seni öldüren kırılmayı yönetememendir.
Kırılmak kaçınılmazdır; fakat o kırılmanın seni nereye düşürdüğü senin tercihindir:
İçine gömülmek mi, yoksa daha yüksek bir zemine tırmanmak mı?
Hayat herkesi iki yola zorlar: çöküş veya sahici yükseliş.
Çöken, acıyı konuşur ama anlamlandıramaz; tekrar eder ama ilerleyemez.
Yükselen ise acının içindeki veriyi çeker, darbeden yapı çıkarır.
Aynı acı iki insanda iki farklı dünya üretir; işte bu fark, insanın iç mimarisinin ürünüdür.
Gerçek güç ne kaçmada ne sabretmeyi kutsamada; acıya hükmetme becerisinde ortaya çıkar. Bunun için üç dürüst soruya ihtiyaç vardır:
1. Bu acı bana ne öğretti?
Öğretisi olmayan acı sadece iz bırakır.
2. Bu yaşadığım şey beni nereye çağırıyor?
Her acının bir yönü vardır.
3. Bu acıdan aynı kişi olarak mı çıkıyorum?
Aynıysan, acı boşa çekilmiştir.
Bu üç cevap insanı berraklaştırır.
Çünkü kişi acının içinde ne kadar kaldığıyla değil, acının içinden ne olarak çıktığıyla tanımlanır.
İnsan üç anda güçlenir:
Hakikati kabul ettiği anda, yükü anlamlandırdığı anda ve harekete geçtiği anda.
Kusurla yüzleşmek ağırlığı hafifletir, yönü netleştirir.
Her yük bir mesaj taşır; mesajı okumayan altında ezilir, okuyan onunla büyür.
Güç düşüncede değil, aksiyondadır.
Zorluk konuşularak aşılmaz; dönüşülerek aşılır.
İnsan acının içinden tartışmayla değil, yeni bir benlik çıkararak güçlenir.
Acı seni sonsuza kadar tutamaz; fakat sen acıya sonsuza kadar tutunabilirsin.
Bir insanın kendi kendine yaptığı en büyük sabotaj budur.
O acıdan bir yön çıkardığın anda ise çöküş biter, hayat yeniden başlar.
Çünkü acı iki şey fısıldar: Neyin eksik olduğunu ve neyin mümkün olduğunu.
Acıyı sadece hisseden tükenir; acıyı okuyan yükselir.
Çünkü güç acının kendisinde değil, acıdan kurduğun benlikte ortaya çıkar.
Seni güçlendirmeyen acı sistemi çökertir.
Ve bu gidişatı değiştirebilecek tek kişi sensindir.