İnsanın kendine sormaktan en çok korktuğu soru şudur:
“Ben neden yaratıldım?”
Korkar, çünkü cevabın onu rahatlatmayacağını bilir. Korkar, çünkü hakikat insanı okşamaz; hakikat insanın yüzündeki maskeyi söker.
İşte bu yüzden çoğu insan bu soruyu sorar ama cevabını gerçekten aramaz.
İnsanın yaratılışının ilk sırrı şudur:
“Allah seni özgür bırakarak senden tarafını belli etmeni istedi; senin hayatın O’na verilen bir cevap cümlesinden ibaret.”
Bu cümlenin ağırlığını taşıyamayan herkes gerçeğin etrafında dolanır.
Çünkü bu gerçek insanın tüm hayatını çıplak bırakır.
İnsan, rastgele yaratılmadı. Bir dekorun figüranı değil, yeryüzünün sorumlu aktörü olarak yaratıldı.
Ve sorumluluk, insana verilmiş en ağır ilahi emanettir.
Yaratılış, insana verilen bir onur değildir; o onuru hak edip etmediğini göstermen için verilen bir imkandır.
Bugün insan, yaratılışını bir ayrıcalık sandığı için kayboldu.
Oysa yaratılış bir imtiyaz değil; bir yük, bir sınav, bir hesap davetidir.
İnsanın varoluş sebebinin ilk ve en çıplak cevabı şudur:
İnsan, kendisiyle yüzleşsin diye yaratıldı.
Kendi karanlığıyla, kendi gölgesinin uzunluğuyla, kendi nefsinin zehriyle…
İnsan, kendi içindeki çukuru görmeden kendi içindeki zirveyi bulamaz.
Bu nedenle insanın en büyük imtihanı kendisidir.
İnsan denen varlık çelişkilerden yaratılmıştır:
Bir yanıyla toprağın ağırlığı, bir yanıyla nefesin kutsallığıdır.
Bir yanı karanlık ister, diğer yanı ışığa meyleder.
Bu iki yönün çatışmasından doğan gerilim, insanın yaratılış hikayesidir.
Ve insan, o gerilimin yönünü kendi seçer.
“İnsan, hem kendi karanlığının faili hem kendi aydınlığının mimarı olabilen tek varlıktır; bu yüzden kurtuluş da batış da insandan başlar.”
O yüzden insan, seçtikleriyle de seçmedikleriyle de sınanır.
Yaptıklarıyla da yapmadıklarıyla da tartılır.
Ve bu, insanı yaratılmışların en ağır sorumluluk taşıyanına dönüştürür.
“İnsan, yapmadığının bile hesabını verecek tek varlıktır; işte bu yüzden insan olmak övgü değil, ağır bir sorumluluktur.”
İnsanın yaratılışındaki ikinci sır emanettedir.
Allah, insana emaneti teklif ettiğinde dağlar geri çekildi; insan kabul etti.
Dağların korktuğu şeyi insan sırtlandı.
Ama insan çoğu zaman bu yükün farkında değil.
Beden emanettir.
Kalp emanettir.
Zaman emanettir.
Adalet emanettir.
Vicdan emanettir.
İnsana verilen her şey, insandan geri istenecek bir emanettir.
İnsan bu yüzden yeryüzünün efendisi değil; yeryüzünün emanetçisidir.
Emanetçi, “benim” demez; “bana verildi” der.
Emanetçi, hesap günü olduğunu bilir.
Ama insan bu gerçeği unuttuğunda, varoluşundan da uzaklaşır.
Emaneti bozan yaratılışını inkâr eder, emaneti koruyan yaratılışını yüceltir.
İnsan, aramayan bir varlık olmadığında insandır.
Hakikati aramayan insan, nefsiyle oyalanır; hevasını hakikat zanneder; kendi sesini ilahi ses gibi duyar.
Oysa insanın yaratılışının temel gayelerinden biri şudur:
İnsan, hakikati arasın diye yaratıldı.
Hakikat kolay bulunmaz.
Hakikat insana hediye edilmez.
Hakikat, insanı çırılçıplak bırakır; insanın içindeki sahteyi söküp atar.
Bu yüzden hakikati bulmak, konforu kaybetmektir.
Hakikati arayan insanın hayatının yönü değişir.
Zira insan hakikatten kaçtığı kadar karanlığa yaklaşır.
“İnsan, içindeki vicdan mahkemesinden ne kadar kaçarsa, dışarıdaki hayat o kadar karanlığa dönüşür.”
Vicdan insanın içine kurulmuş ilahi bir terazidir.
İnsan vicdanını ne kadar bastırırsa, varoluş gayesinden o kadar uzaklaşır.
İnsanın yaratılışından kaçamayacağı hakikat şudur:
Ölüm vardır ve ölüm insanın en dürüst öğretmenidir.
“Ölüm insana verilen en dürüst öğretmendir; hayatın neye değip neye değmediğini ancak ölümün gölgesinde öğrenirsin.”
Ölüm olmasaydı, insan yaratılışını ciddiye almazdı.
Ölüm olmasaydı, insan sorumluluklarının farkına varmazdı.
Ölüm olmasaydı, hayatın hiçbir seçimi anlamlı olmazdı.
Ölüm, insana vaktinin sınırlı olduğunu gösterir.
Ve sınırlı olan her şey değerlidir.
Bu nedenle ölüm, insanı da değerli kılan hakikattir.
İnsan neden yaratıldığını bilmek istiyorsa, ölüme yakınlaşmalı, ölümü düşünmeli, ölümün hatırlattığı çıplak gerçekleri duymalı.
Çünkü insan ancak ölüm karşısında sahicileşir.
İnsanın yaratılışındaki en büyük sır özgür iradedir.
Allah melek yaratabilirdi; hiç hata yapmayan, hiç nefsi olmayan, hiç karanlığa düşmeyen.
Ama o zaman insan olmazdı.
O zaman iyiliğin değeri kalmazdı.
O zaman seçimin anlamı olmazdı.
Allah insanı özgür kıldı; çünkü insan özgür seçtiği iyilikle gerçek olur.
Ve insan, yaratıldığı yolculuğu kendi iradesiyle yürür.
Hiç kimse senin adına senin imtihanından geçemez.
Kimse senin yerine senin vicdanını taşıyamaz.
Kimse senin yerine senin kararının sonucunu üstlenemez.
İşte bu yüzden insan yaratıldı:
Kendi yolunun ustası olsun diye.
Düştüğünde kalkması, karanlığa sapınca ışığa dönmesi, yanlış seçince doğruluğun kıymetini anlaması için.
“Kendi karanlığınla yüzleşmeden Allah’a yaklaşamazsın; çünkü insanı Allah’a uzaklaştıran şey günahları değil, günahını sahiplenme cesaretsizliğidir.”
İnsan tarafını belli etmek için yaratıldı.
Hakikatten mi yana duracaksın, nefsinden mi?
Emanetten mi yana duracaksın, maske ve gösterişten mi?
Vicdandan mı yana duracaksın, heveslerinden mi?
İnsan bütün hayatı boyunca tek bir cümle yazar:
“Ben neyin tarafındayım?”
Ve Allah o cümleyi okur.
“İnsan neden yaratıldı sorusunun cevabı bir cümle değildir; o cevabı hayatının her gününde sen yazarsın, Allah da okur.”
Yaratılışın zirve sırrı budur.
İnsan, toprağın ağırlığını nefesin kutsallığıyla dengelemek için yaratıldı.
İnsan, sorumluluğun yükünü taşırken özgürlüğün değerini bilsin diye yaratıldı.
İnsan, iyilikle kötülük arasında bir yol seçip o yolda kendini inşa etsin diye yaratıldı.
İnsan, emaneti korusun, hakikati arasın, ölümü unutmasın, vicdanını susturmasın diye yaratıldı.
“Sen neden yaratıldığını bilmek istiyorsan, neyin peşinde yorulduğuna bak; çünkü insanı en çok hangi sevda tüketiyorsa yaratılışına ayna odur.”
İnsanın yaratılış gayesi bir cümle değil, bir yolculuktur.
Ve o yolculuk senin seçimlerinle anlam bulur.
İnsan, varoluşunun hakkını verdiği kadar insandır.
İnsan neden yaratıldı?
Bu makale 326 kere okunmuş.11 Aralık 2025, Perşembe - 18:18



