Körleşen Zihinler: Siyasetin Ötesine Geçebilir miyiz?
Siyaset, yalnızca bir yönetim mekanizması değildir; toplumların düşünce biçimlerini de şekillendirir. Ancak bugün, fikir üretmesi gereken zihinler, aidiyetle sınırlandırılmış durumda. Kendi tarafını zeki, karşı tarafı cahil ilan eden sığ bir anlayış, toplumu içten içe çürütüyor.
İnsanlar artık düşündükleri için değil, ait oldukları için haklı. Tartışmalar bilgiyle değil, kimliklerle yapılıyor. Oysa zeka, bir parti rozeti taşımaz. Peki, nasıl oldu da siyaset, düşünceyi felç eden bir kimlik savaşına dönüştü?
Zeka, sorgulayan, öğrenen ve değişen bir yapıya sahiptir. Oysa siyaset, doğası gereği mutlak haklılık iddiasına dayanır. İşte burada tehlikeli bir yanılgı başlıyor: İnsanların entelektüel seviyesi, siyasi görüşleriyle ölçülmeye başlanıyor.
Desteklemiyorsan “cahil”
Destekliyorsan “biat etmiş”
Bu anlayış, fikir üretmek yerine insanları kutuplaştıran bir körlüğe neden oluyor. Oysa siyaset, toplumu kimliklere hapsetmek için değil, yaşam kalitesini artırmak için vardır.
Siyasi körlük, düşüncenin aidiyete teslim edilmesiyle başlar. Gerçek bilgi, durağan değildir; sorgulanır, gelişir, değişir. Ancak siyaset, sorgulamayı değil, sadakati teşvik eder. Çünkü sorgulama başladığında, mutlak haklılık iddiası sarsılır.
Bugün birçok insan, eleştiriyi bir saldırı olarak görüyor. Oysa sağlıklı bir toplumda eleştiri, ihanet değil, gelişimin temel taşıdır. Siyaset kutsallaştıkça, eleştirel düşünce yok olur. Ve düşünmenin sustuğu yerde, otoriteye itaat başlar.
Bu Körlüğü Nasıl Aşarız?
Sorunun farkında olmak yetmez; çözüm üretmek gerekir. Siyasi körlüğü aşmanın yolları açık ve nettir:
1. Eleştiri Kültürünü Güçlendirmek
Eğer bir toplumda yöneticiler eleştirilemiyorsa, o toplumun çürümesi kaçınılmazdır. Eleştiri, bir düşmanlık aracı değil, denetim mekanizmasıdır. Sağlıklı demokrasiler, eleştiriden korkmaz; tam tersine, ondan güç alır.
Bir liderin veya partinin eleştirilmesi, ona karşı bir savaş ilanı değildir. Tam aksine, en iyi yönetimler, hatalarını görebilen ve düzeltebilenlerdir.
2. Siyaseti Mutlak Hakikat Olarak Görmemek
Siyaset, bir inanç sistemi değil, bir yönetim aracıdır. Ancak günümüzde siyasi kimlikler, bireylerin karakterleriyle özdeşleşmiş durumda.
Bir partiye oy veren kişi, o partinin her kararını savunmak zorunda hissediyor.
Karşıt görüşte olanlar, düşman ilan ediliyor.
Oysa gerçek demokrasi, seçmenin gerektiğinde desteklediği lideri veya partiyi eleştirebilmesini gerektirir. Siyaset bir dogmaya dönüştüğünde, toplum felç olur.
3. Entelektüel Özgürlüğü Güçlendirmek
Bilgi üretimi, siyasetten bağımsız olmalıdır. Oysa bugün medya, akademi ve sanat, siyasetin gölgesinde şekilleniyor.
Gerçek entelektüel alanlar, yalnızca özgür düşünceyle var olabilir. Türkiye’de gazeteciler, akademisyenler ve sanatçılar, siyasi saflara çekilmek zorunda hissediyor. Oysa bilim, sanat ve medya; siyasetin değil, özgür aklın alanıdır.
Entelektüel özgürlük sağlanmadan, bilgi yozlaşmaya mahkûmdur.
4. Fikri Çeşitliliğe Saygı Duymak
Bir insanın hangi partiye oy verdiği, onun zekasını veya ahlaki değerlerini belirlemez. Düşünce farklılıkları, toplumları zenginleştirir. Diyalog, düşmanlıktan daha güçlüdür.
Bugün en büyük sorunlardan biri, siyasi görüşlerin insan karakteriyle eşleştirilmesidir. Oysa farklı görüşler, savaşa değil, ortak çözüme yol açmalıdır.
Dogmalar Yerine Diyalog!
Eğer bir toplumda zeka ve cehalet, siyasi aidiyete göre tanımlanıyorsa, o toplum entelektüel dinamizmini kaybetmiş demektir. Gerçek bilgi, bir parti logosunun arkasında değil, özgürce tartışılan fikirlerde saklıdır.
Gelişmek istiyorsak, ideolojilere değil, aklımıza güvenmeyi öğrenmeliyiz. Çünkü:
Fikirler tartışıldıkça güçlenir.
Sorgulanmadıkça dogmalaşır.
Ve dogmalar, toplumları ileriye değil, geriye götürür.
Öyleyse, taraflardan bağımsız düşünmeyi başaracak ve siyaseti araç olarak görmeyi öğrenebilecek miyiz? Gerçek değişim, ancak bu soruya ‘evet’ diyebildiğimizde başlayacak.