“Bal tutan parmağını yalar.”
“Azıcık aşım, kaygısız başım.”
“Kızını dövmeyen dizini döver.”
Bunlar bize miras kalan sözler. Ama her miras kıymetli değildir. Bazı miraslar taşınmaz; reddedilir. Çünkü bu cümlelerin önemli bir kısmı aklı değil alışkanlığı, vicdanı değil itaati, adaleti değil suskunluğu kutsar. Biz bu sözleri tekrar ettikçe yalnızca geçmişi anmıyoruz; geleceği de biçimlendiriyoruz.
Atasözleri masum değildir. Onlar bir toplumun zihinsel haritasıdır. Ne normal saydığımızı, neyi mazur gördüğümüzü, hangi kötülükle yaşamayı öğrendiğimizi ele verir. Dil sadece anlatmaz; meşrulaştırır. Ve bugün hangi cümleleri sorgulamadan kuruyorsak, yarın hangi haksızlıklara göz yumacağımızı da o cümleler belirler.
“Bunlar sadece söz. Mecaz. Kimse artık ciddiye almıyor.” diyenler olacak.
Yanlış. Toplumlar en çok “ciddiye almıyoruz” dedikleri yerden şekillenir. Kimse bu sözleri kanun maddesi yapmaz; ama davranış kılavuzu haline getirir. Zihnin arka planında duran bu cümleler, karar anında sessizce devreye girer. Tehlike tam da buradadır.
Bugün yolsuzluk karşısında hâlâ “bal tutan parmağını yalar” diyebilen biri varsa, bu söz artık masum bir deyim değil; ahlaki çöküşün halk ağzındaki gerekçesidir. Kimse çıkıp “çalmak erdemdir” demez. Ama “herkes yapıyor”, “sistem böyle” denir. İşte yozlaşma tam olarak böyle başlar: Açık savunularla değil, sessiz kabullenişlerle. Suskunluk da bu yüzden tarafsız değildir; suça ortaktır.
Aynı durum şiddet için de geçerlidir. “Kızını dövmeyen dizini döver” diyen bir kültür, çocuğu birey olarak değil, itaat ettirilmesi gereken bir nesne olarak görür. Sonra da o çocuktan vicdan, merhamet ve adalet bekler. Bu bir çelişki değil; düpedüz bir ahlaki iflastır. Şiddeti “terbiye” diye adlandıran her söz, gelecekteki daha büyük bir şiddetin zeminini hazırlar.
Peki ne yapmalı? Atasözlerini çöpe mi atmalı?
Hayır. Ama onları kutsal metin gibi okumayı bırakmalıyız. Her söz doğduğu çağın şartlarını taşır. Atalarımızın yaşadığı kıtlıklar, hiyerarşiler ve hayatta kalma mücadeleleri bugünün dünyasıyla aynı değil. Onların korkularıyla üretilmiş cümleleri, bugünün karmaşık ve çoğulcu toplumuna rehber yapamayız.
Geçmiş bize deneyim bırakır ama istikamet vermez. İstikameti bugünün aklı, bugünün vicdanı ve bugünün bilgisi belirler.
Bu yüzden “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” sözü hâlâ diri bir istisnadır. Çünkü bu cümle biati değil sorgulamayı, teslimiyeti değil bilinçli yürüyüşü önerir. Ama burada da durup düşünmek gerekir: İlim ve fen rehberdir, evet; fakat rehberi bile sorgulamayan, yolunu yine kaybeder. Ezbere tekrar edilen her doğru, zamanla işlevini yitirir.
Bugün ihtiyacımız olan şey atasözleriyle konuşmak değil; ata niteliğinde sözler üretmektir. Yani gücü denetleyen, vicdanı büyüten, adaleti merkeze alan sözler.
“Bal tutan parmağını yalar” yerine şunu söyleyebilmeliyiz:
Bal, parmak yalamak için değil; adil bölüşmek içindir.
“Kızını dövmeyen dizini döver” yerine şunu:
Çocuk dövülmez; çocuk dinlenir.
“Azıcık aşım, kaygısız başım” yerine de şunu:
Sorun azla yetinmek değil; azı kimin ve nasıl paylaştığıdır.
Bunlar kulağa idealist gelebilir. “Hayat böyle işlemiyor” diyenler çıkacaktır. Ama asıl gerçekçilik, çarpık olanı normalleştirmemektir. Gerçekçi olmak, kötülüğe alışmak değildir. Aksine, kötülüğü tanıyıp onunla hesaplaşmaktır. Toplumlar, en çok “başka türlüsü mümkün değil” dendiği yerde çürür.
Toplumları yalnızca yasalar değiştirmez. Yasalar davranışı düzenler; dil ise zihniyeti. Zihniyet değişmeden düzen değişmez. Bugün hangi kelimeleri seçtiğimiz, yarın hangi adaletsizliklere katlanacağımızı belirler.
Söz, tohum gibidir. Bugün ne ekiyorsak, yarın onu biçeriz. Dilde başlayan dönüşüm davranışa, davranışta başlayan değişim düzene yansır. Ve düzen dediğimiz şey, aslında nesilden nesle aktardığımız kültürel hafızanın ta kendisidir.
Bize düşen görev bu hafızayı sadece taşımak değil; ayıklamak, temizlemek ve yeniden yazmaktır. Yozlaşmayı değil vicdanı besleyen, suskunluğu değil adaleti büyüten, kabullenmeyi değil sorgulamayı öğütleyen bir dil kurmak zorundayız.
Biz sadece geçmişin çocukları değiliz, yarınların da atalarıyız.
Ve atalık, miras bırakmakla değil; yanlış mirası reddetmekle başlar.
Bugün hangi sözü yüksek sesle söylediğimiz, hangi söze “artık yeter” dediğimiz; yarının çocuklarının neyi normal, neyi utanç verici sayacağını belirleyecek.
Hepimiz Yarınların Atalarıyız
Bu makale 149 kere okunmuş.22 Aralık 2025, Pazartesi - 11:34



