“En etkili kölelik, zincirlerin görünmediği düzendir.”
Modern çağın bireyi, özgür olduğunu zannederken en derin zihinsel tutsaklığın içinde yaşıyor olabilir. Düşüncenin tutsaklığı, sadece totaliter rejimlerin değil; algoritmaların, popüler kültürün ve bilgi bombardımanının gölgesindeki günümüz toplumlarının da en sinsi hastalığı haline gelmiştir. Peki, bu zihin kuşatması nasıl kurulur? Sistem, sorgulamayan, itaat eden kafaları nasıl üretir?
E. A. Rauter’in klasikleşmiş eseri “Düzene Uygun Kafalar Nasıl Oluşturulur?”, bu soruya çarpıcı bir giriş sunar. Rauter’e göre insan, düşünme biçimini dışsal unsurların etkisiyle edinir ve çoğu zaman bunu fark etmez. Eğitim sistemi bireyin beynini değil, belleğini hedef alır. Ezberletilen bilgiler, sorgulamayı değil, tekrar etmeyi ödüllendirir. Sonuçta ortaya çıkan şey, kendi düşüncesini ürettiğini sanan ama aslında başkalarının düşüncelerini tekrar eden bir zihin prototipidir.
Bu kalıp, medya aracılığıyla pekiştirilir. Haberlerin dili, görsel propagandalar, sosyal medyada pompalanan içerikler; bireyin dikkatini yönlendirerek, zihinsel konfor alanı yaratır. Alışkanlık, sorgulamanın düşmanıdır. Sorgulamadıkça normalleşen, normalleştikçe sorgulamaya değer bulunmayan bir kısır döngüye gireriz.
Antik Yunan komedyası Aristophanes, “Eşek Arıları” oyununda adaletin yozlaşmasını hicvederken, halkın bu yozlaşmayı içselleştirme biçimini sert bir şekilde eleştirir. Bu, düşünce tutsaklığının tarihsel bir kanıtıdır: İnsan, gücü sorgulamak yerine onunla uyumlanmayı seçer.
Bugünün versiyonunu ise en net şekilde George Orwell’ın “1984” romanında buluruz. “Düşünce Polisi”, sadece fikirleri değil, fikirlerin doğma ihtimalini de bastırır. “Yeni Söylem” adlı yapay dil, düşünceyi sınırlandırmak için tasarlanmıştır. Orwell’ın dehası, baskının kaba kuvvetle değil, dilin ve algının dönüşümüyle nasıl işlediğini göstermesidir. Bugün Twitter’daki karakter sınırları, Instagram’daki estetik filtreler ya da TikTok’taki dikkat aralıkları; hepsi birer modern “Yeni Söylem” versiyonudur.
Günümüzde bilgiye ulaşmak değil, doğru bilgiye ulaşmak temel sorundur. Sosyal medya, bilgiyle değil; dikkatle beslenir. En çok etkileşim alan içerik, en doğru olan değil; en provoke edici olandır. Bu da algının gerçekliğin önüne geçtiği bir düzen doğurur. Sistem bu karmaşayı avantaja çevirir: Gerçek, çok fazla sesin arasında görünmez hale gelirken; sade ve net sloganlar, zihinsel rehaveti ödüllendirir.
Bir toplumun gerçekliği algıdan ibaret hale geldiğinde, orada birey değil, programlanmış zihinler vardır.
Çözüm, soyut ideallerde değil, somut alışkanlıklarda yatıyor. Eleştirel düşünce bir meziyet değil, bir disiplin meselesidir.
Her gün tükettiğin bilgiye bir kez de “Kim istiyor ki bunu böyle görmemi?” sorusuyla bak.
Duyduğun her cümlede, “Bu kimin işine yarar?” şüphesini taşı.
Konforlu doğrular yerine, rahatsız eden sorularla yaşa.
Medya okuryazarlığını dijital hijyen gibi düşün; temizlik şart.
Gerçek özgürlük, sınırları olmayan bir yaşam değil; kendi zihninin sınırlarını fark etmektir. Sorgulayan birey, sistemin en büyük tehdididir. Çünkü sistem, ancak itaat eden zihinlerle var olabilir.
Bu yüzden özgürlük; cesur sorularla, rahatsız edici farkındalıklarla ve konfor alanının dışında düşünmeyi göze almakla başlar. Düşünmeye cesaret eden bir birey, en büyük devrimdir.