“Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten daha güzeldir bir insanı sevindirmek.
Bin kulu azat edenden daha büyüktür bir hür insanı iyilikle kul edebilen.”
Ömer Hayyam
Bazı sözler vardır, zamanı durdurur, okunduğu anda geçip gitmez; mekanları aşar, çağlar ötesidir.
Ömer Hayyam'ın bu dörtlüğü işte tamda böyledir. Sözde sade, anlamda derin.
Bugün yeryüzü betona, gönüller gürültüye boğulmuşken hâlâ yankılanabiliyorsa, sebebi:
İnsanı insana karşı insanca olmaya çağırıyor olmasıdır.
İyilik çoğu zaman naiflikle karıştırılır.
Oysa Hayyam’ın satırlarında iyilik, pasif bir hayırseverlik meleği değil; kendine hâkim olmanın, kibri susturmanın, benliği eğitmenin bir biçimidir.
Yeryüzünü gül bahçesine çevirmek…
Ne büyük bir teşebbüs, ne muazzam bir sembol. Ama Hayyam, tüm o gösterişli çabanın önüne “bir insanı sevindirmeyi” koyuyor.
Neden?
Çünkü dışarıyı güzelleştirmek kolaydır. İçeriyi iyileştirmek zordur.
Betonu süslemek kolaydır.
Ama bir insanın kalbinde iz bırakmak; o izle bir karakter inşa etmektir asıl olan.
Hayyam devam eder:
“Bin kulu azat edenden daha büyüktür, bir hür insanı iyilikle kul edebilen.”
Bu cümle, güç tanımını yerle bir eder.
Zorbalıkla değil, nezaketle kazanılan bir otoriteyi işaret eder.
Zihinleri değil, kalpleri fethetmeyi…
Boyun eğdirmeyi değil, gönül eğdirmeyi öğütler.
Bugün dünyada, makamıyla, yetkisiyle, servetiyle “adam yöneten” çok.
Ama karakteriyle insanı etkileyen, iyiliğiyle düşünceye hükmeden?
İşte Hayyam’ın büyüklüğü burada gizli:
Özgür bir ruhu, kendi iradesiyle yoldaş kılmak…
Bir insanın kalbinde iz bırakmak…
Bu, sadece bilgelikle olur.
Ve işte bu, erdem saltanatıdır.
Bu yazı; sadece kağıda yazılmıyor.
Hayatın mutfağına, sokağına, okuluna, hastanesine; her yerine yazılıyor.
Gerçekten yaşanan, herkesin içinde biraz taşıdığı hallere yazılıyor.
Bir öğretmen...
Dersten sonra kalıp tahtadaki silinmeyen harfleri siler. Kimse bilmez. Ama o küçük tertip, bir öğrencinin zihninde “temiz düşünmenin” izi olur.
Bir taksi şoförü...
Yaşlı kadını bedava götürür. “Annem yaşasa, böyle yapardım” der. Paradan değil, insandan yana zengindir.
Bir hakim...
Deliller uygundur ama vicdanı titrer. Suçun ardındaki çaresizliği görür. Karar verirken sadece yasa değil, insanlık terazisini de koyar önüne.
İyilik,
Kimsenin görmediği yerde yapılan, içe dokunan, şekil taşımayan eylemlerdedir.
İyilik sadece “iyi olmak” değildir.
İyilik, akıllı ve farkındalıkla yapılırsa anlam ve sonuç ifade eder.
Birine yardım etmek… Evet. Ama onu ezmeden.
Birini uyarmak… Evet. Ama onu kırmadan.
Bir konuda hakkını aramak… Evet. Ama erdemle, ölçüyle.
Burada iyilik; bir “seçim” değil, bir yaşam politikasıdır.
Tıpkı bir padişahın adaletle yönetmesi gibi.
Tıpkı bir işçinin el emeğiyle helal kazanması gibi.
Tıpkı bir annenin yorgun ama şefkatli sesi gibi.
İyilik, kendi kendini yücelten bir niyettir.
Hayyam’ın önerdiği şey tam da bu.
Gösterişli hayır işleri değil, içsel bütünlüğe dayalı, bilinçli ve dengeli iyilik.
Bu zamanın en büyük yıkımı nedir biliyor musunuz?
“İyi olmak” ile “aptal olmak” arasındaki çizginin bulanıklaşması.
İyiliğin, zekadan, karizmadan, etkinlikten ayrı bir şey sanılması.
Oysa asıl zeka; kendine rağmen iyiliği sürdürebilmektir.
İyilik bir suskunluk değil, bir dil seçimi.
Bağırmak yerine sesini eğmeyi bilmektir.
Zorlamak yerine gönül açmayı bilmektir.
Ve bugün biz bu dili kaybediyoruz.
Gürültüler içinde, gönül almayı unuttuk.
Oysa Hayyam’ın dediği gibi, dünya bir gül bahçesi olabilir…
Ama insan gül kokusunu duymuyorsa, bahçenin anlamı yoktur.
Bugün herkes bir şey istiyor:
Başarı, şöhret, para, haklılık, kazanç…
Peki ya “bir insanı sevindirmek”
Bu basit ama ihtişamlı eylem neden bu kadar geri planda?
Çünkü biz gösterişli zaferleri seviyoruz,
Ama sessiz kahramanlıkları unutuyoruz.
Şimdi bu yazıyı okuyan sizler:
Eğer yüreğinde hâlâ ince bir sızı,
Vicdanında hafif bir yankı varsa...
Bir insanı sevindir.
Kibirle değil, tevazu ile.
Gösteriyle değil, gönülle.
Kalıcı izler bırakmak için...
Gül dikmekle yetinme, bir gönül yeşert.



